Ana içeriğe atla

nefes almak


Insan gerçekten günlük koşuşturmadan bazen nefes almayı bile unutuyor.Her gün erkenden kalkıyoruz işimize gidiyoruz sonra akşam oluyor eve dönüyoruz evde  yemek yiyoruz duş alıp yatağa ve bu sıralama hiç değişmeden her gün tekrarlanıyor ve artık bir noktada patlamaya hazır bir bomba oluyoruz.Sıkıntıdan hiç bir şeyden zevk almadan bir bitki gibi hissetmeye başlıyoruz kendimizi kuşkusuz herkes aynı duyguyu yaşamıştır.Bir noktada nefes almak farklı bir şeyler yapmak istemişsinizdir.En güzel yolu kısa bir yürüyüşe çıkın nefes alın müzik dinleyin o kadar dinleneceksiniz ki yeniden doğmuş gibi olacaksınız.Haftada bir kez kesinlikle hayatınızda size değer veren koşulsuz sizi seven insanlarla dostlarınızla bir araya gelin öyle rahatlayacaksınız ki tekrardan monoton hayatınıza dönmek istemeyeceksiniz ama yine de hayat bizi bir noktada sürekli bize aynı şeyleri tekrarlar gibi gelse de o konuma getirecektir geleceğimiz için (yani ben daha öğrenci olduğum için söylüyorum) her şeye katlanmak zorundayız günlük tekrarlanan olaylara mekanlara ama diyer yandan keyif almayı ve Tanrıya şükretmeyi unutmamalısınız sizin yerinizde olmak isteyen bir sürü insan vardır inanın hastanede ölümcül hastalığıyla savaşan genç biri yada engelli bir adam yada kör bir çocuk... Bu nedenle mutlu olun her şeyin bir bedeli vardır hayatta bunu sakın unutmayın bugün yaşadığımız kötü bir olay gelecekte rahatlayacağımız günlerin geleceğini haber verir.Hiç kimse başarıya kolay ulaşamaz kolay yoldan ulaşanları görüyoruz çok geçmeden ayakları takılıp düşüyorlar.Hayattan zevk almaya bakın yaşamak her şeye rağmen süper bir şey.
                                 L.G

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vaktin varken SEV

Vaktin varken sev, Korkma duygularından sadece yaklaş Yargılama kendini aynalarda sadece inan Kalbin varken hisset sıcaklığını saflaş biraz Çiceklerden yol yap sevgine ve sakın geri dönme Vaktin varken sev, Bir tekrarı daha olmayacak çünkü Bak bir kelebek daha öldü Bu kez kalbinin götürdüğü yere git. Sorma sorgulama sadece git. Vaktin varken sev Koru sımsıkı sar aşkı kaybetme sakın Vedalar acıtsada,korkma ağlamaktan Hadi yaklaş şimdi başlıyor aşk......

+20 Yaş Sendromu

          Hani vardır ya böyle artık aynalara baktığınızda eskisi gibi değilsinizdir nerde o eski günler dersiniz aslında 40'lı yaşlarda söylemeye başlarsınız ama 20 'li yaşlarda da söylemeye başladık biz.Lisede sınıfınızdaki en ilginç (burda ilginç darken aslında en kötüsünü söylüyorum) çiftin sizden once nişanlandığını duymak yada artık doğum günü partileri yerine nişan,düğün partilerine davet edilmeye başladığınız an işte o an 20'li yaş sendromu başlamış oluyor.Daha siz doğru düzgün bir ilişki yaşayamıyorken rekor ilişki süreniz 6 ayı geçmiyorken diğer arkadaşlarınızın nişan törenine gitmeniz insanda hafif bir depresyon ve ufaktan Halil Sezai dinleyerek (ki hiç sevmem) İsyan etmenize sebeb olabilir.Hayallerinizin artık gerçekten saçma olduğunu anladığınız ve çok az bir kısmını gerçekleştirmek için uğraştığınız dönemdir.Aslında hepsini isteseniz gerçekleştirirsinizde arada bir aşk gelince birde evde kalma durumu oluşmaması için biraz olsun vazgeç...

Yalnızlık Değil Derdim

Yalnızlık hiçbir zaman derdim olmadı. Sizin 'yalnızlık' diye tanımladığınız şey, benim için kendimi dinlemektir. Esas yalnızlık, kimseyle sevgi paylaşamamaktır; sizi dinleyecek, anlayacak, kahvenize eşlik edecek birinin hayatınızda olmamasıdır. Bu büyük bir yalnızlık olurdu ve inanılmaz çekilmez bir hayat olurdu. Esas sorun, sevgisizlikten gelmektedir. İnsanların duvarlarından, buz kesmiş kalplerinden. Herkes mi bu kadar kötü olur? Çoğunluk evet. Unutmamalıyım ki muhtemelen ben de bir başkası için "kötü" biriyim. Burada görecelik devreye giriyor ama esas konumuza dönersek; yalnızlık değil derdim. Sevgisizlik, en büyük korkum; sevgisiz kalmak ne büyük bir acıdır. Susuz kalmış bir ağaç gibi hissedersiniz, çaresizce yağmuru beklersiniz. Paylaşmayı bilmemek, aslında en büyük sorun. Birbirimizle olan iletişim, en büyük nedeni... En büyük hediye, aşık olmaktır bu yaşamda. En derinliklerinize kadar hissettiğiniz o korkunç his, ah, ne hoştur... Ne geldiği, ne de gittiği zaman...